22 Ocak 2013 Salı

Şımarma eylemi; üç farklı halde ortaya çıkabilir. Aşırı ilgiye maruz kalındığında, tam aksi ilgi alaka yoksunluğunda, sonra bir de aşırı yalnız bireylerde.

Şımarık olma halinin daha çok 'dişil' bir eylem oluşu da, şımarıklığın doğuşunda yatan bir ayrıntıdır. İlgi, alaka fazlalığına en çok maruz kalınan ve bunun en doğal karşılandığı dönem elbette çocukluk çağlarıdır. Çocuğun, pragmatist temellere dayalı 'sözde' sevgisini kazanmak için, birazda diğer rakipler karşısında egomuzu yüceltmek güdüsüyle onu, şeker, çikolata, oyuncak, masal, türlü maskaralık ve şakalar... vb gibi 'temel ihtiyaçlara' boğma eğilimini gösteririz. Önceleri talebi dışında gelişen bu eylemleri hazmeden çocuk, artık kendi seçimleri ışığında da şımarabileceğine ayar. Yaşasın! Artık elinizde ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba var! O kırmızı değil, mavi olanı istiyor! Neden sormadınız ki? Bir anda vahşi ve gözü pek bir kaplan tarafından avlanıp,yenmek üzere olan, aynı zamanda lezzetsiz olmakla suçlanıp, kurtulmak için çabaladıkça daha derinden yaralanan bir antiloba dönüşürsünüz. İlerleyen yaşla, büyüme perdesi ardına gizlenen şımarma hali, uygun koşullar altında aynı tavrı takınmak üzere pusuda beklemektedir yalnızca. Tam olarak bu noktada şımarıklık, kadına yakışan bir sıfat oluveriyor. Yetişkinlerin, şımarma hakkını elde edebilmeleri için bazı yükümlülükleri de burada doğuyor ya da belki de sadece şanslı olmak.
Çocukken hiç bir geri dönüş beklemeden şımartılan bir kız çocuğu düşünelim. İnsanın güzele olan zaafını göz önünde bulundurarak. Kıvırcık, dolgun, ipek gibi altın sarısı bukleleri, mavi, serin suları anımsatan, büyüleyici ve masum bakışlara sahip gözleri, yumuk, tombul pembeye çalan beyaz yumuşacık elleriyle her göreni afallatan bir kız çocuğu. Ebeveynleri, ebeveynlerinin ebeveynleri, kolu komşu, eş dost tarafından sömürdüğü alaka yeterli değilmiş gibi sizin de dikkatinizi çekip, sis farlarına yakalanmış, gün görmemiş bir yabanıl tavşana çevirdi. Artık birlikte zor vakit geçirdiğiniz partnerinizle gittiğiniz pazar brunchında yan masada konuşlanmış. Siz ise onu sadece bir kere gülümsetebilmek için hem omletinizi soğuttunuz hem de o günkü şirinlik kontenjanınızı partnerinize değil ona harcadınız. Ya o ne yaptı peki? Size dil çıkardı! Ne kadar da sevimli! Şımarmak onun hakkı!

Yirmi sene sonra o artık güzel, alımlı ve iç gıcıklayıcı bir kadın. Yalnızca hedef kitlesi değişti. Doğanın cömertliğinden elde ettiği kazançla edindiği şımarma haklı hala saklı. Sadece artık şekerle yetinmiyor. Kadın şımarıklığına dayandığımız bu noktada durum kulağa biraz seksist gelebilir. Aksine bütün ayrımcı kavramlardan uzak, oldukça doğal bir çıkarım. Dişi kuşu etkilemek için her türlü salon dansını bir koreografide toplayan erkek kuş gibi, yaşamını boyunca birlikte olacağı eşini büyüleyecek, o kusursuz çakıl taşını arayan, tıknaz ama babacan penguen gibi, sadece çiftleşebilmek adına okyanuslarda kilometrelerce yol kateden balinalar gibi doğal bir durum. Bunlara benzer fedakarlıkların modern zamana uyarlanmış halleriyle elde ettiklerinin kazandırdığı ruh haliyle davranan kadın, şımarık kadın. Bu doğrultudan hareketle, şımarma eyleminin kadınlarla nasıl özdeşleştiğini az da olsa açıklayabiliriz. Peki ya erkekler? Onlar sadece güzelliği seyretmeye mi mahkumlar? Ya onların saklı olan şımarma hakkı? Ataerkil toplumlara yapacağımız sadece kuş bakışı, basit bir gözlemle edineceğimiz çıkarımla, erkeğin 'güzel olma hali' sadece kısa bir süreçte yararına olacaktır. Daha çok hayatta kalma, zeka, mücadeleci ruh gibi özellikleri onu karşı cinsin sürekli alakasına itebilir. Bu noktada birbirinden ayrılan, kadın ve erkek şımarıklığını farklı kulvarlara iten bir ivme görüyoruz. Erkek şımarıklığının başlığı, ukala! Şımarık kadın ve ukala adam.

Şımarık kadın ve ukala adamların çevresi elbette kalabalık olacaktır. Sonuçta bu sıfatları hak etmek ve korumak için beslenecekleri kaynaklara ihtiyaçları var. İşte bu adımda devreye ilgi, alaka yoksunu şımarıklar giriyor. Bu tür şımarıklar, güneşten aldığı ışığı yansıtan aydan çok farklı değildir. Esas şımarıklık kaynağına ne kadar yakınlarsa o kadar şımarabilirler. Şımarma kaynağına, yani ilgi alakanın esas sahibine olan fiziksel mesafeleri ne kadar artarsa, ödünç alınan şımarma hakkı da o kadar azalır. Kadınların kurnazca yürüttükleri arkadaşlık ilişkileri de işte bu temellere dayanır. Şımarma kaynağının nimetlerinden faydalanmak için doğan hem cinsler arası toleranslar ve idare edişler de işte yine aynı sebeplere dayanır.

Son olarak zeka faktörünü de göz önünde bulundurarak yalnız bireylerin şımarıklığına değinelim. Fiziki ve ruhsal yalnızlık insanın dışarıdan çok içe dönük bir yapıya sahip olmasına olanak sağlar. Buradaki içe dönüklükten kasıt, çekingenlik değil elbette. Kendi, fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarına gösterdiği eğilimler. Başkalarının alakası ile kazanılan sahte öz güvenin aksine, yani şu şımarıkların, yalnız bireyin edindiği öz güven daha sağlam temellere dayalıdır. Kendini, başkalarının cümleleriyle dinleyip, yorumlayarak değerlendirmez yalnız şımarık. Dolayısıyla daha az tahammül eder, daha az idare eder. Alaka doygunu şımarıkların silip, süpürdüğü, yalayıp yuttuğu her türlü yaklaşım onlar için bir an önce bertaraf edilmesi gereken itici tavırlardır. Bu noktaya erişebilen bireylerin güvenilmez olarak nitelendirilmeleri de yine öz güvenlerinden kaynaklanır. Öz güvenlerinin niteliğinin yüksek oluşu bazen onları itici de kılabilir. Yine de zekalarını kullanarak alçak gönüllü tavırlar sergileyip, öz güvenlerini zamanla onları itici bulan kimselere kabul ettirirler. Kendi sonunu getiren zavallı Narkissos'u sadece uzaktan izleyip, gülmekle yetinirler.

Yukarıdaki satılar tamamen bendeniz Maydanoz Hanım'a aittir. Yine de her topal satıcının bir kör alıcısı vardır ya da dünya yuvarlak olduğu sürece dönmeye devam edecektir diyerek, hassas bünyelere su serpme yüceliğine elbette göstereceğimdir.