Sabah erkenden keyifle kalktım. Mükellef bir kahvaltı edip sabırsızca çalışmaya koyuldum. Yeni aldığım kahveyi özenle hazırlayıp, yeni aldığım fincana koyup,yeni işimi şekillendirmeye koyulmuştum ki... Burada bir es vermek istiyorum. Tüm bunlar bana çok 'yeni'. Başkalarını mutlu ederek mutlu olan, hakkında düşünülenler üzerine kafa patlatan, çoğu zaman konuşmak yerine dinlemeyi tercih eden, düşündükçe şişen, şiştikçe rahatlayan tabiri caiz ise 'içten yanmalı' bir yaratık olduğuma henüz aydım. Oturdum ve bu defa kendimi düşündüm. Düşündükçe rahatladım, rahatladıkça anladım ki; ben kesinlikle dışbükey bir aynaydım! Karşısındakini doğru açıdan bakıldığında, olduğundan daha büyük gösteren, bütün kötü olasılık ve kör noktaları minimuma indirgeyen, kendi küçük faydası büyük bir ayna. Fakat aynı zamanda içbükeydim de! Yakınlaştıkça netliği artan, uzaklaştıkça bulantılı ve bulanık. Kısaca, hoş görü, fedakarlık, yersiz övgü ve hasır altı edilen densizliklerin sonucu kendi küçük narsist ordumu yarattım. Eserinin henüz tamamlanmamış hali kazara görücüye çıkınca, eleştirmenlerden tam not alıp, onu tamamlamayan ama aklından 'ya bitirseydim?' sorusunu asla silemeyen artistin içinden asla çıkamadığı ve köşeleri asla körelmeyen bir paradoks gibi. Her neyse, velhasıl öyle karara vardım ki; nefret hissinden arınmanın, bunu yaparken karşındakini objektif olmadan küçümseme gafletine de kapılmadan affedici kalabilmenin tek bir yolu var. Adam kayırmak! Kendimi, kendimden kayırıyorum bundan gayrı. Bütün açıklamalar, kesilen faturalar, kaçırılan vergilerin tek sorumlusu benim. Hüküm mü giyerim beraat mi ederim orası meçhul ama göze aldım! Bu yöntemle bütün fazla kilolarımdan da arındım. Tüm şişim iniverdi!
Hayli uzun bir es oldu. Niyetim, bütün motivasyonumu düşürüp, ilhamımı kaçıran, çim biçme makinesinin gürültüsüyle aklıma düşen, yaz mevsimine olan öfkemi dile getirmekti. Sıcaktan, ağustos böceklerinin beyin yıkama seansından, gecenin bir yarısı illa sırını paylaşmak isteyip kulağının dibinde biten sivri sinekten, kişisel bakım yoksunluğu sonucu direkleri kırılan burunlardan, teşhirci genç kızlardan, kalabalık ve gürültüden, güneş alerjisinden, ekşi ekşi çöp kokan sokaklardan bahsedecektim.Yazarken aklıma gelen eskiden sızlandıran anılara şimdi gülümseyince fark ettim ki çim biçme makineleri susmuş. Sadece Julie London ve mucidi olduğum harika kokteylimden gelen buz şıkırtılarından başka ses yok. Bir bardak da komşuya ikram edeyim, yorulmuştur adamcağız o kadar çimi biçerken! Bak yine öfkeyle kalktım daha hala oturacağım...