13 Mart 2013 Çarşamba

Sabah erkenden keyifle kalktım. Mükellef bir kahvaltı edip sabırsızca çalışmaya koyuldum. Yeni aldığım kahveyi özenle hazırlayıp, yeni aldığım fincana koyup,yeni işimi şekillendirmeye koyulmuştum ki... Burada bir es vermek istiyorum. Tüm bunlar bana çok 'yeni'. Başkalarını mutlu ederek mutlu olan, hakkında düşünülenler üzerine kafa patlatan, çoğu zaman konuşmak yerine dinlemeyi tercih eden, düşündükçe şişen, şiştikçe rahatlayan tabiri caiz ise 'içten yanmalı' bir yaratık olduğuma henüz aydım. Oturdum ve bu defa kendimi düşündüm. Düşündükçe rahatladım, rahatladıkça anladım ki; ben kesinlikle dışbükey bir aynaydım! Karşısındakini doğru açıdan bakıldığında, olduğundan daha büyük gösteren, bütün kötü olasılık ve kör noktaları minimuma indirgeyen, kendi küçük faydası büyük bir ayna. Fakat aynı zamanda içbükeydim de! Yakınlaştıkça netliği artan, uzaklaştıkça bulantılı ve bulanık. Kısaca, hoş görü, fedakarlık, yersiz övgü ve hasır altı edilen densizliklerin sonucu kendi küçük narsist ordumu yarattım. Eserinin henüz tamamlanmamış hali kazara görücüye çıkınca, eleştirmenlerden tam not alıp, onu tamamlamayan ama aklından 'ya bitirseydim?' sorusunu asla silemeyen artistin içinden asla çıkamadığı ve köşeleri asla körelmeyen bir paradoks gibi. Her neyse, velhasıl öyle karara vardım ki; nefret hissinden arınmanın, bunu yaparken karşındakini objektif olmadan küçümseme gafletine de kapılmadan affedici kalabilmenin tek bir yolu var. Adam kayırmak! Kendimi, kendimden kayırıyorum bundan gayrı. Bütün açıklamalar, kesilen faturalar, kaçırılan vergilerin tek sorumlusu benim. Hüküm mü giyerim beraat mi ederim orası meçhul ama göze aldım! Bu yöntemle bütün fazla kilolarımdan da arındım. Tüm şişim iniverdi!
Hayli uzun bir es oldu. Niyetim, bütün motivasyonumu düşürüp, ilhamımı kaçıran, çim biçme makinesinin gürültüsüyle aklıma düşen, yaz mevsimine olan öfkemi dile getirmekti. Sıcaktan, ağustos böceklerinin beyin yıkama seansından, gecenin bir yarısı illa sırını paylaşmak isteyip kulağının dibinde biten sivri sinekten, kişisel bakım yoksunluğu sonucu direkleri kırılan burunlardan, teşhirci genç kızlardan, kalabalık ve gürültüden, güneş alerjisinden, ekşi ekşi çöp kokan sokaklardan bahsedecektim.Yazarken aklıma gelen eskiden sızlandıran anılara şimdi gülümseyince fark ettim ki çim biçme makineleri susmuş. Sadece Julie London ve mucidi olduğum harika kokteylimden gelen buz şıkırtılarından başka ses yok. Bir bardak da komşuya ikram edeyim, yorulmuştur adamcağız o kadar çimi biçerken! Bak yine öfkeyle kalktım daha hala oturacağım...

22 Ocak 2013 Salı

Şımarma eylemi; üç farklı halde ortaya çıkabilir. Aşırı ilgiye maruz kalındığında, tam aksi ilgi alaka yoksunluğunda, sonra bir de aşırı yalnız bireylerde.

Şımarık olma halinin daha çok 'dişil' bir eylem oluşu da, şımarıklığın doğuşunda yatan bir ayrıntıdır. İlgi, alaka fazlalığına en çok maruz kalınan ve bunun en doğal karşılandığı dönem elbette çocukluk çağlarıdır. Çocuğun, pragmatist temellere dayalı 'sözde' sevgisini kazanmak için, birazda diğer rakipler karşısında egomuzu yüceltmek güdüsüyle onu, şeker, çikolata, oyuncak, masal, türlü maskaralık ve şakalar... vb gibi 'temel ihtiyaçlara' boğma eğilimini gösteririz. Önceleri talebi dışında gelişen bu eylemleri hazmeden çocuk, artık kendi seçimleri ışığında da şımarabileceğine ayar. Yaşasın! Artık elinizde ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba var! O kırmızı değil, mavi olanı istiyor! Neden sormadınız ki? Bir anda vahşi ve gözü pek bir kaplan tarafından avlanıp,yenmek üzere olan, aynı zamanda lezzetsiz olmakla suçlanıp, kurtulmak için çabaladıkça daha derinden yaralanan bir antiloba dönüşürsünüz. İlerleyen yaşla, büyüme perdesi ardına gizlenen şımarma hali, uygun koşullar altında aynı tavrı takınmak üzere pusuda beklemektedir yalnızca. Tam olarak bu noktada şımarıklık, kadına yakışan bir sıfat oluveriyor. Yetişkinlerin, şımarma hakkını elde edebilmeleri için bazı yükümlülükleri de burada doğuyor ya da belki de sadece şanslı olmak.
Çocukken hiç bir geri dönüş beklemeden şımartılan bir kız çocuğu düşünelim. İnsanın güzele olan zaafını göz önünde bulundurarak. Kıvırcık, dolgun, ipek gibi altın sarısı bukleleri, mavi, serin suları anımsatan, büyüleyici ve masum bakışlara sahip gözleri, yumuk, tombul pembeye çalan beyaz yumuşacık elleriyle her göreni afallatan bir kız çocuğu. Ebeveynleri, ebeveynlerinin ebeveynleri, kolu komşu, eş dost tarafından sömürdüğü alaka yeterli değilmiş gibi sizin de dikkatinizi çekip, sis farlarına yakalanmış, gün görmemiş bir yabanıl tavşana çevirdi. Artık birlikte zor vakit geçirdiğiniz partnerinizle gittiğiniz pazar brunchında yan masada konuşlanmış. Siz ise onu sadece bir kere gülümsetebilmek için hem omletinizi soğuttunuz hem de o günkü şirinlik kontenjanınızı partnerinize değil ona harcadınız. Ya o ne yaptı peki? Size dil çıkardı! Ne kadar da sevimli! Şımarmak onun hakkı!

Yirmi sene sonra o artık güzel, alımlı ve iç gıcıklayıcı bir kadın. Yalnızca hedef kitlesi değişti. Doğanın cömertliğinden elde ettiği kazançla edindiği şımarma haklı hala saklı. Sadece artık şekerle yetinmiyor. Kadın şımarıklığına dayandığımız bu noktada durum kulağa biraz seksist gelebilir. Aksine bütün ayrımcı kavramlardan uzak, oldukça doğal bir çıkarım. Dişi kuşu etkilemek için her türlü salon dansını bir koreografide toplayan erkek kuş gibi, yaşamını boyunca birlikte olacağı eşini büyüleyecek, o kusursuz çakıl taşını arayan, tıknaz ama babacan penguen gibi, sadece çiftleşebilmek adına okyanuslarda kilometrelerce yol kateden balinalar gibi doğal bir durum. Bunlara benzer fedakarlıkların modern zamana uyarlanmış halleriyle elde ettiklerinin kazandırdığı ruh haliyle davranan kadın, şımarık kadın. Bu doğrultudan hareketle, şımarma eyleminin kadınlarla nasıl özdeşleştiğini az da olsa açıklayabiliriz. Peki ya erkekler? Onlar sadece güzelliği seyretmeye mi mahkumlar? Ya onların saklı olan şımarma hakkı? Ataerkil toplumlara yapacağımız sadece kuş bakışı, basit bir gözlemle edineceğimiz çıkarımla, erkeğin 'güzel olma hali' sadece kısa bir süreçte yararına olacaktır. Daha çok hayatta kalma, zeka, mücadeleci ruh gibi özellikleri onu karşı cinsin sürekli alakasına itebilir. Bu noktada birbirinden ayrılan, kadın ve erkek şımarıklığını farklı kulvarlara iten bir ivme görüyoruz. Erkek şımarıklığının başlığı, ukala! Şımarık kadın ve ukala adam.

Şımarık kadın ve ukala adamların çevresi elbette kalabalık olacaktır. Sonuçta bu sıfatları hak etmek ve korumak için beslenecekleri kaynaklara ihtiyaçları var. İşte bu adımda devreye ilgi, alaka yoksunu şımarıklar giriyor. Bu tür şımarıklar, güneşten aldığı ışığı yansıtan aydan çok farklı değildir. Esas şımarıklık kaynağına ne kadar yakınlarsa o kadar şımarabilirler. Şımarma kaynağına, yani ilgi alakanın esas sahibine olan fiziksel mesafeleri ne kadar artarsa, ödünç alınan şımarma hakkı da o kadar azalır. Kadınların kurnazca yürüttükleri arkadaşlık ilişkileri de işte bu temellere dayanır. Şımarma kaynağının nimetlerinden faydalanmak için doğan hem cinsler arası toleranslar ve idare edişler de işte yine aynı sebeplere dayanır.

Son olarak zeka faktörünü de göz önünde bulundurarak yalnız bireylerin şımarıklığına değinelim. Fiziki ve ruhsal yalnızlık insanın dışarıdan çok içe dönük bir yapıya sahip olmasına olanak sağlar. Buradaki içe dönüklükten kasıt, çekingenlik değil elbette. Kendi, fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarına gösterdiği eğilimler. Başkalarının alakası ile kazanılan sahte öz güvenin aksine, yani şu şımarıkların, yalnız bireyin edindiği öz güven daha sağlam temellere dayalıdır. Kendini, başkalarının cümleleriyle dinleyip, yorumlayarak değerlendirmez yalnız şımarık. Dolayısıyla daha az tahammül eder, daha az idare eder. Alaka doygunu şımarıkların silip, süpürdüğü, yalayıp yuttuğu her türlü yaklaşım onlar için bir an önce bertaraf edilmesi gereken itici tavırlardır. Bu noktaya erişebilen bireylerin güvenilmez olarak nitelendirilmeleri de yine öz güvenlerinden kaynaklanır. Öz güvenlerinin niteliğinin yüksek oluşu bazen onları itici de kılabilir. Yine de zekalarını kullanarak alçak gönüllü tavırlar sergileyip, öz güvenlerini zamanla onları itici bulan kimselere kabul ettirirler. Kendi sonunu getiren zavallı Narkissos'u sadece uzaktan izleyip, gülmekle yetinirler.

Yukarıdaki satılar tamamen bendeniz Maydanoz Hanım'a aittir. Yine de her topal satıcının bir kör alıcısı vardır ya da dünya yuvarlak olduğu sürece dönmeye devam edecektir diyerek, hassas bünyelere su serpme yüceliğine elbette göstereceğimdir.




17 Temmuz 2012 Salı

Kararsızlık sen nelere kadirsin ! Akşamüstü, yorgunluktan bedenim un çuvalı, beynim pekmez kıvamını almış eve doğru yollanırken, mısırcı arabası gördüm . Aslında çok bayılmam ama o kadar çok insan mısır için sıraya dizilmişti ki " eksik " kalmayım bari diyerek girdim sıraya ... Fakat o da ne ! Adam hem haşlanmış hem de közde mısır yapıyor ... Hayatımda ki en önemli kararları hiç düşünmeden alan ben, bu tarz tercihler söz konusu iken ağaçtan düşen koalaya dönüşüyorum sanki ... Hemen bir oyun kurdum kafamda benden önceki alıcı ne alırsa ben de aynından alacaktım . Sıra su gibi akıp geçerken fark ettim ki benden önceki alıcılar üç kişilik bir gruptu. Anne ve kızları olduğunu tahmin ettiğim üç arap turist. Onun da çözümünü buldum, en son hangi mısırı alırlarsa ben de onu alacaktım . Sıra bizim turistlere geldi ! Allahım şansıma çomak sokayım, bir değil on kere sokayım ! Meğer bizim mısırcı su da satıyormuş. Turistler Önce üç su istediler bir de pahalı gelmiş olacak ki " iki yeter "deyip, buz gibi sularını aldılar. Kana kana içerek giderlerken, ağlamaklı bakakaldım arkalarından. Mısırcının sesiyle irkildim " buyur ablacım ! "  Kendime kızarak, biraz da acıyarak " bir su lütfen ! " dedim. Hayal kırıklığı ile daha da çöken bedenimi eve doğru taşırken, aklımda türlü sorular vardı. Biraz olsun rahatlamak, kendimi ödüllendirmek için yemeyi planladığım mısır başıma neler açmıştı ! İdeal bir ruh haline sahip olmadığım gayet açık ama yine de seviyorum kendimi ! Suya gelirsek eğer; açmadım, öyle uslu uslu duruyor tam karşımda ... Bir su için biraz fazla konuşkan ama canı sağ olsun !

22 Şubat 2012 Çarşamba

Kadınların davranışlarını anlamlandırmak üzere onlarca sohbete denk geldim. Bir sürü şaka duyup, film izledim. Bunların çoğu kadınlara "has" genel davranış biçimlerinin kabaca şekillendirilmesiyle oluşan genel geçer yargılardan ibaretti." Kadınlar iyi yalancıdır, kadınlar koca peşindedir, iki kadın bir araya geldiğinde mutlaka dedikodu yapar, tüm tasaları nasıl göründükleridir ... vb " Tüm bunları yalanlayacak değilim. Yalnız aynı zamanda şöyle bir ikilem de vardır ki yine aynı kadınlar, otuzunu aşınca hala bekarsa "kız kurusu" olarak sıfatlandırılır, eğer ne giyip çıkardığından çok kariyeriyle alakadarsa hırslı bir "cadı'ya" dönüşür, keyfinden taviz vermeden gönlünce yaşayan kadınsa " aşüfte " oluverir. İşte karışmaya görsün kafası, o vakit sıralar kadın yalanları peşi sıra ... Lakin önce kendine söyler en büyük yalanı ; " mutluyum " der. Kendine benzemeyen hemcinsine acımasızca saldırıp, aşağılar. Sadece kaybettiği için içindeki " öteki " kadını. Derler ya hani kadınlar aslında diğer kadınlar için süslenir diye. Ne komik ! İşte bu kadınlar artık, dayatılan maskelerini kendi seçimleriyle kuşandıklarına inanan yenik savaşçılardır sadece. Aynada ki yansımasında karşılaştığı pişmanlığı perdelemek için yapar bunu kadın. Kendi için !

Neyse, dünyada ki en samimi sohbetlerin kadınlar tuvaletlerinde yapıldığına dair olan sarsılmaz bir görüşüm var. Söz gelimi hafta sonu olsun. Olay kahramanı kadınlarımız ise elbette birbirinden farklı hayatlar yaşayan, farklı hayallerin peşinden koşan kadınlar olsunlar. Kimisi yoğun geçen bir haftadan sonra biraz laflayıp rahatlamak adına, kimisi de sevgilisi, kocası yahu arkadaşlarıyla sosyalleşmek adına aynı çatının altında buluşmuş olsunlar. Birkaç kadeh içki, gevşeyen sinirler sonrasında bu kadınlar işemek yahut makyaj tazelemek adına tuvalete yollansınlar. Eğlenceye bak ! Bir kadın tanımadığı bir kadından ancak burada iltifat duyabilir " Ay şekerim saç rengine bayıldım ! Bende tutmadı bu renk. Sana çok gitmiş " Yine başka bir kadın burada itiraf eder " en olmayacak hisleri " " İş arkadaşımla fingirdiyorum ! Üstelik adam evli ... " Bu itirafa tüh kaka diyeceği muhtemel olan bir diğer kahramanımız " Aman canım ! O düşünsün karısını ama sen yine de fazla kaptırma kendini, aman deyim ! "diye şaşırtan tavsiyelerde bulunur. Öyle samimidir ki yaşananlar, tüm bu kadınları yılların dostu zannedebilirsin. Dertler, tasalar, hayaller paylaşılır ayaküstü. Tazelenince makyajlar, tükenince dakikalar bir anda kaybolur tüm bu coşku. Kadınların yolu ayrılır yeniden. Yüzlerinde birlikte ama birbirleri için yapmadıkları makyajlarıyla ...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Maydanoz ! Hiç düşünmemiştim seni bu kadar derin, bu kadar detaylı. Benim için sadece genel geçer bir ot oldun. Hatta pek sevmezdim de seni. O keskin kokun, uzun uzadıya çiğneme gerektiren diri yapın beni alt ederdi. Bilirsin, sevmem ben yemeğimi fazla çiğnemeyi. Oysa sen adeta " ben buradayım " dercesine takılır boğazıma alt ederdin beni. Koyu yeşil rengine değinmiyorum bile. Onca yıl diş tellerimin arasına ısrarla sıkışıp durdun. Senin yüzünden gülemez oldum. Sonra sapınla tanıştım. Yok idrar söktürürmüş, yok demir deposuymuş diye yenik düştüm kudretine. Kaynattım şifa niyetine, içemedim. Tanrım ! İğrenç bir tadın vardı. Nefretim kat kat arttı. Sense bana korkunç sürprizler yapmaya devam ettin. O güzelim peynirli böreğe iştahla dalmama, çoban salatayı gözü kapalı kaşıklamama mani oldun hep ! Bir de utanmadan yakıştırıyordun ya kendine limonu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibiydi sizin beraberliğiniz. Belki de yangına körükle gitmek.
Fakat bu gece ansızın aydınlandım, ön yargılarımı bir kenara attım. Haksızlık ettim sana, üzgünüm. Sen benim hayatımda tanıdığım en karakterli otlardan birisin. O göz alıcı koyu parlak yeşilin, biricik aşkım sarımsağı dahi alt edebilecek kadar keskin tadın, buna nazaran bir hanımefendiye yakışır naiflikte ki duruşun, yaz günlerini anımsatan o güçlü kokun ... Yine de ilişkimizi yeniden yapılandırırken dürüstlüğümden ödün vermeyeceğim. Elbette bir nane değilsin ama kim bilir belki günün birinde ... Neyse seni daha ilk günden bunaltmak istemem. İyi ki varsın sevgili maydanoz !